21 Mart 2013 Perşembe

Teodise.. kötülük problemi ateistlere cevaplar -2

İŞTE SORULAR VE GERÇEKLER..

Felsefede Teodise yani kötülük problemi başlığı altında bazı şeylere ,tartışmalara sıkça rastlanmaktadır. Bazı insanlar neden doğuştan engelli olurlar? Bazıları neden ömür boyu hastalıklardan yakasını bir türlü kurtaramaz? Bazıları gayet müreffeh bir hayat sürerken bazıları neden bir lokma ekmeğe muhtaç ve perişan bir halde yaşıyor? Bu gibi sorular uzar gider. İnanmak istemeyenler buna şöyle bir formül bir geliştirmişlerdir:
Allah kötülüğü önlemek istiyor da gücü mü yetmiyor?
Öyle ise O, güçsüzdür.
Yoksa gücü yetiyor da kötülüğü önlemek mi istemiyor?
Öyle ise O, iyi niyetli (ve Rahim) değil midir?
Hem güçlü, hem iyi ise, âlemde bu kadar kötülük nasıl oldu da var oldu? (David Hume)
Biz Müslümanlar ise hayatı baştan sona bir imtihandan ibaret kabul edip öyle inandığımız için bu meseleyi de bu kapsamda düşünürüz. Doğuştan engelli olan bir insan herhangi bir suçtan dolayı böyle doğmamıştır. Kendi elinde olmayan bir sebepten dolayı bundan sorumlu da değildir. Ama hem kendisi bu durumuyla imtihan edilmektedir hem de bizzat o, çevresindekiler için imtihan aracı olmaktadır. Öz babasının tecavüzüne maruz kılan bir kızcağız da bundan dolayı asla sorumlu tutulmayacaktır. Ama bu durum hem onun için bir imtihandır hem de ona karşı takınılacak tutumları tespit edebilmek için çevresindekilere bir imtihan aracı... Zira o kızcağız artık o haliyle topluma emanet edilmiştir. Tıpkı anasız babasız kalmış yavrucaklar gibi... Allah anne ve babalarını alarak –hâşâ- onlara zulmetmiş değildir! Onları diğer çocukların yaşamadığı psikolojik travmalara maruz bıkarak da zulmetmiş değildir. Ama bunlar hayatın birer gerçekleri. Hayat=imtihan. Herkesin hayatı farklı olduğu için imtihanı da farklı oluyor haliyle... Aşağıdaki ayetler bu gerçeğe işaret etmektedir.
“Sizi biraz korku, biraz açlık; mallardan, canlardan ve ürünlerden eksiltme ile yıpratıcı bir imtihandan geçireceğiz; bundan kaçış olmaz. Sen sabır gösterenlere müjde ver. Onlar, başlarına bir sıkıntı gelince şöyle derler: "Biz, Allah'a aidiz. Zaten, ona döneceğiz". Onların üzerinde Rablerinin verdiği olgunluklar ve bereket bulunur. Yola gelenler işte onlardır.” (Bakara 2/155-157)
"Yoksa siz, sizden öncekilerin başına gelenlerin bir benzeri başınıza gelmeden cennete gireceğinizi mi hesap ediyorsunuz?. Onları aşırı baskılar ve büyük zorluklar öylesine sarmış, öylesine sarsılmışlardı ki, Allah’ın elçisi ve beraberindeki müminler: "Allah’ın yardımı ne zaman?" deme durumuna gelmişlerdi. Bilin ki, Allah'ın yardımı yakındır." (Bakara, 2/214)
“Hanginizin daha iyi amel işlediğini denemek için ölümü ve hayatı yaratan O'dur. Ve O, güçlüdür, bağışlayandır.” (Mülk, 67/2)
"Her canlı, ölümü tadar. Bir deneme olarak sizi hayırla da, şerle de imtihan ederiz. Ve siz, ancak bize döndürüleceksiniz." (Enbiyâ, 21/35) "Ben insanları ve cinleri sadece bana kulluk etsinler diye yarattım." (Zariyat, 51/56 )
“Andolsun ki içinizden cihad edenlerle sabredenleri belirleyinceye kadar ve söylediğiniz sözlerin doğru olup olmadığını açığa çıkarıncaya kadar sizi imtihan edeceğiz.” (Muhammed, 47/31)
(İmtihan sayesinde) “Elbette Allah, sadakat gösterenleri ortaya çıkaracak, yalancıları da mutlaka ortaya koyacaktır.” (Ankebut, 29/2-3)
Peygamberimizin de şöyle dediği nakledilmektedir:
"Şu iman ehlinin işine şaşmamak mümkün değil; bütün işleri hayırlı - bu da yalnız mü'mine mahsustur-, başına sevinecek bir iş gelse şükreder ve hakkında hayır olur; başına bir zarar gelse sabreder bu da onun için hayır olur." (Müslim, Zühd, 64. )

RAHMETLİ ECEVİTin istediği araştırma

İŞTE GERÇEKLER...VE BAŞÖRTÜSÜ...

Yazdığı tarih kitapları ve araştırmalarıyla tanınan İsmet Bozdağ, 8 yıl önce dönemin başbakanı Bülent Ecevit'in kendisinden "Başörtüsünün Kuran'da yeri olup olmadığı"na ilişkin bir çalışma yapmasını istediğini belirtti.
Özdağ, "Araştırmayı yaptım ve Sayın Ecevit'e sundum. Çalışmayı inceledi ve sonra, 'Tıpkı benim düşündüğüm gibi. Ancak ben bunu açıklayamam. Bence bunu siz yayın yoluyla açıklamalısınız' demişti" dedi.
Toplam 67 kitap yayımlayan 91 yaşındaki Bozdağ, başörtüsüyle ilgili bu çalışmasını yayımlamaya fırsat bulamadığını, ancak bunu kamuoyuna açıklamayı bir borç bildiğini belirterek, İslam dininin başörtüsünü emretmediğini, Nur Suresi'nin 31. ayetinde yer alan örtünme konusunun başla değil, göğüslerin örtülmesiyle ilgili olduğunu ileri sürdü.

Kadının 'ziynet yerleri'

Bozdağ, "Kuran, 'Dışarı çıkarken başınıza örtü alın" diyor, ama bunu emretmiyor; 'iyi olur' anlamında tavsiye ediyor. Ancak süslerinizi gizleyin dediği yer Diyanet'in dediği gibi 'gerdan' değil, 'göğüsler'dir. Bunu bir tek Yaşar Nuri Öztürk mealinde dile getirdi" diye konuştu.
Bozdağ, konuyla ilgili olarak şunları söyledi:
"Nur suresinin 31. ayetinde ayrıntıları ile açıklanan örtünme koşullarından anlıyoruz ki, 'örtünme' herkese karşı değildir. Ev içi ilişkilerde örtünme; kadının karşısındaki insanda şehvet duygusunu uyandırmayacak biçimde giyinmesidir. Şehvet duygusunu kamçılayan 'ziynet yerleri'dir. Nur suresinin 31'inci ayetine göre, kadının ziynet yeri, yakadan sonra başlayan yer ya da başka bir yorumla, göğüs çaprazından sonrası.
Nur suresinin 31. ayetinde, 'Gizledikleri süslerinin bilinmemesi için, ayaklarını yere vurmasınlar' deniyor.
Kim ayaklarını yere vurmayacak? Kadınlar. Niye vurmayacaklar? Gizledikleri süslerinin bilinmemesi için. Ayaklarını yere vurdukları zaman, hangi süsleri belli olur? Göğüsleri.
Çünkü ayaklar yere vurulunca, titreyerek varlıklarını belli eden tek kadın uzvu göğüslerdir. Ve bu kadın uzvunu Kuran, aynı ayette, 'gizledikleri süslerinin bilinmemesi için' diye niteliyor."

18 Mart 2013 Pazartesi

KURANDA BAŞÖRTÜSÜ YOK -2

Bugünlerde televizyonlarda, dini konularda sorulan en çok soru başörtüsü Allah emri olarak kuranda var mıdır? Kimi konuşmacılar hayır yoktur diyor genelde daha çoğunluğu ise evet Allah Nur suresi 31. ayetinde kesinlikle başın örtülmesini emrediyor şeklinde açıklama yapıyorlar. Biz okuma alışkanlığı olmayan toplum olarak da normal olarak, eğer isminin önünde birde kocaman bir unvan varsa, birde çoğunluk söylüyorsa hiç kuşkusuz o zaman demek ki Allah emriymiş diyor ve öyle kabul ediyoruz. Peki, bu yol doğru bir yol mu? Çoğunluğun sözlerine inanmak bizleri Allah a ulaştırır ve Rabbin katında mahcup etmez mi dersiniz? Ben doğrusu kimlerin doğru söylüyor olacağını inanın çok düşündüm ve tek hâkim ve yargılayıcının gönderdiği, bizlerin anayasası olan kitaba yani kurana danışmanın en doğru yol olduğuna karar verdim. Kuranı ilk kez okuduğumda, kuranı doğru anlamamda faydası olacak, hatta hiç unutmamam gereken bazı ayetler dikkatimi çekti. Bunları sizlerle paylaşmak isterim.
Enam sur. 116: Yeryüzündeki insanların çoğunluğuna uyarsan seni Allah yolundan saptırırlar. Sadece sanıya uyarlar onlar ve sadece saçmalarlar.
Ankebut Sur. 51: Karşılarında okunup duran bir kitabı sana indirmiş olmamız onlara yetmiyor mu? Bunda, inanan bir toplum için elbette ki bir rahmet ve bir öğüt vardır.
Zühruf Suresi 44: Gerçek şu, bu Kuran sana ve toplumuna elbette ki bir hatırlatıcı/bir düşündürücü/bir şeref/bir öğüttür. Bu kitaptan sorumlu tutulacaksınız.
Yukarıda ki üç ayet üzerinde kısaca düşünelim isterseniz. Birincisi karşımıza çoğunluk diye çıkanlar her zaman haklı anlamına gelmediği gibi, onlara uyduğunuzda bizleri Allah yolundan saptırma tehlikesi ile karşı karşıya gelebileceğimiz uyarısını Allah çok açık yapıyor. Ankebut suresinde ise, Rabbim indirdiği kitabı yeterli görmeyenlere tepkisini göstererek, sizlere indirdiğim kitap yetmiyor mu diyerek bu kitabın yeterli olduğunu, sitemli bir şekilde açıklıyor. İşin en güzeli ve can alıcı ayeti ise bence şu ayet, ama her ne hikmetse bu ayeti görmezden gelmek için, bahsini bile açmıyoruz. Yüceler yücesi Rabbim sizleri bu kitaptan hesaba çekeceğim, bu kitaptan sorumlusunuz diyor, ama hala isimlerinin önünde kocaman kocaman unvanlar olan insanlar, kalkıp ne diyorlar bizlere? Bu kitapta her şey yoktur, bu kitap özet bilgidir. İslamı anlayabilmek ve yaşayabilmek için hadis kitaplarına ve fıkıh kitaplarına ihtiyaç vardır. Kuranı sizler okuduğunuzda anlayamazsınız, onu veli kişiler anlar. Peki, bu sözler yalnız yukarıda yazdığım üç ayete bile uyuyor mu sizce? Bu zihniyete göre Rabbim bizleri kurandan sorumlusunuz demesine rağmen, anlayacağımız kitap değil, herkesin okuduğunda anlayamayacağı kitap göndermiş oluyor. Peki, nasıl sorumlu olacağız anlayamıyorsak diye soranlara da, bozgunculuk yapma dine nifak mı sokmaya çalışıyorsun diye yıllarca susturmuşlardır.
Gelelim konumuza, yine kuranı birçok kez anladığım dilden okuduğumda ise, Rabbim`in bizlere indirdiği kuran hakkında bakın nasıl bir kitap olduğunu hangi ayetlerle anlatıyor, birkaç örnek verelim. ( Nisa Suresi 82. ayet; Kuran`ı, iyice okuyup düşünmüyorlar mı? Eğer o, Allah`tan başka birinin katından gelseydi, elbette ki onun içinde birçok ihtilaf bulacaklardı. ) Bu ayete baktığımızda demek ki Rabbim bizleri bu kitabı okuyup daha sonra düşünmemizi akıl etmemizi emrediyor. Ama hangimiz okuduk anlayarak lütfen kendimize bir soralım önce? Diğer birçok ayetinde buna benzer ayetlerin sonunda bakın neler söylüyor Allah? (Eğer aklınızı işletirseniz Allah size ayetlerini açık-seçik göstermiştir. Ali İmran 118) (İşte Allah, ayetleri size böyle açıklıyor ki düşünüp anlayasınız. Nur sur. 61) (Hâlâ aklınızı çalıştırmayacak mısınız? Enbiya sur. 10) (Sadece aklı ve gönlü işleyenler düşünüp ibret alır. Rad sur. 19) (Hâlâ düşünmüyor musunuz? ” Enam sur. 50) (Hala aklınızı işletmeyecek misiniz? Araf sur. 169) Şimdide kuranın nasıl bir kitap olduğunu bakın ayetlerinde nasıl açıklıyor.
Nahl sur. 89: ….. Sana bu Kitap`ı indirdik ki her şey için ayrıntılı bir açıklayıcı, bir kılavuz, bir rahmet, Müslümanlara da bir müjde olsun.
İsra suresi 89. ayet; Yemin olsun, biz bu Kuran`da, insanlar için her benzetmeden nice örnekler sıraladık. Ama insanların çoğu inkâr ve nankörlükten başka bir şeyde diretmediler.
Kehf Sur54. ayet; Yemin olsun, biz, bu Kuran`da, insanlar için her türlü örneği değişik ifadelerle gözler önüne koyduk. İnsan ise varlığın, tartışmaya en çok tutkun olanıdır.
Nisa Suresi 174. ayet; Ey insanlar! Size Rabbinizden apaçık, çok parlak ve güçlü bir kanıt gelmiştir. Biz size, her şeyi açık seçik gösteren bir ışık gönderdik. 175. ayet; Allah`a inanıp O`na sarılanları O, kendisinden bir rahmetin ve lütfun içine sokacak ve onları kendisine ulaşan dosdoğru bir yola kılavuzlayacaktır.
Aliimran sur. 105; Kendilerine açık-seçik kanıtlar geldikten sonra, çekişmeye girip fırkalar halinde parçalananlar gibi olmayın. Böyle olanlar için çok büyük bir azap vardır.
Sizlere yukarıdaki ayetlere benzer yüzlerce ayet sayabilirim, dikkat edin hepsinde ne diyor Allah? Ayrıntılı açıklayıcı, kılavuz, müjde, her benzetmeden nice örnekler, her türlü örneği değişik ifadelerle gözler önüne koyduk, apaçık çok parlak güçlü bir kanıt, her şeyi açık seçik gösteren bir ışık. Bu sözleri Allah kuran için söylüyor ve bakın ne diyor nereye sarılın diyor? (Allah`a inanıp O`na sarılanları O, kendisinden bir rahmetin ve lütfun içine sokacak ve onları kendisine ulaşan dosdoğru bir yola kılavuzlayacaktır. ) Peki, hani kuranda her şey yoktu, kuran özet bilgiydi, yalnız kuranla olmazdı. Ama Rabbim kurana sarılanları o kitap dosdoğru yola kılavuzlayacaktır diyor. Bizlere ise doğruya kılavuzlayacak kitap olarak özellikle söylenen beşerin yazdığı kitaplar gösterilmiyor muydu? Rabbim bu kitabı ben koruyorum diyor, acaba bizlerin okumasını istedikleri kitapları kimler koruyor dersiniz?
Şimdi de bu kadar geniş bir açıklamadan, kuranın anlatış biçimini izah ettikten sonra anlatmak istediğim konuya bakalım. Ne demiştik başörtüsü Allah emri midir? Allah emridir diyerek bakın bu ayette Allah başörtüsünü farz kılmıştır dedikleri Nur suresi 31. ayete şimdi de birlikte bakalım ve delil gösterdikleri cümleyi yazalım, daha sonrada benim vereceğim örneklerle karşılaştıralım. Ama kararı siz vereceksiniz ben değil. Çünkü insanın bizzat kendisinin düşünmesini ve karar vermesini Allah emrediyor. Nur suresi 31. ayette geçen cümleyi ve orada verilen emri yazalım. (Örtülerini göğüs yırtmaçlarının üzerine vursunlar. ) Ama başörtüsünü emrini savunan kişiler burada geçen kelimenin başörtüsü olduğunu ısrarla söyledikleri için şimdide onların istedikleri şekilde yazalım. (Başörtülerini göğüs yırtmaçlarının üzerine vursunlar. ) Şu anda her şeyi unutalım ve önce yukarıda yazdığım ayetleri düşünelim. Burada emredilen konu nedir? Yani bu cümleyi dilbilgisi kurallarına göre incelediğimizde cümlenin yüklemi nedir? Yani konunun özü ve anlatılmak istenen ne? Başın örtülmesi mi? Yoksa göğsün örtülmesi mi? Burada hem başın örtülmesi hem de göğsün örtülmesi diyenler var ki buradan başörtüsü Allah emridir diye çıkarmak istiyorlar. Diyelim bir an yine her şeyi unutup burada iki emir veriliyor diye biz de kabul edelim. Kabul ettiğimizde açık olarak göğsün örtülmesi, gizli bir anlamla da aslında başın örtülmesi emrini çıkarabiliriz diyelim. Peki, Allah gizli anlamlarla, dolaylı olarak bir emir verebileceğini söylüyor muydu ayetlerin de? Yukarıda size sadece altı tane ayet örneği verdim ki bunlara yüzlercesini daha verebilirdim, hiç birisinde bu şekilde bir emir ve yasak vermeyeceğini, tam tersine açık ve anlaşılır bir şekilde verileceğini söylediği gibi ne diyordu? (Yemin olsun, biz bu Kuran`da, insanlar için her benzetmeden nice örnekler sıraladık. ) (insanlar için her türlü örneği değişik ifadelerle gözler önüne koyduk) Dostlarım, kardeşlerim bu sözlere bu şekilde dolaylı bir emir verileceği hiç anlaşılmadığı gibi, tam tersini söylüyor Allah. Diyelim orada dolaylı bir şekilde anlattı, madem her benzetmeden nice örnekler verdim, her örneği değişik ifadelerle anlattım diyor da, acaba daha sonra kuranın hiçbir yerinde nedendir dersiniz, kadın saçını örtmelidir namahremdir asla demiyor? Bu sizin dikkatinizi çekip sorma gereği duymadınız mı? Şimdide bundan başka birkaç örnek daha vermek istiyorum konu daha iyi anlaşılması için. Diyelim ki Allah kuranda şöyle ayetler göndermiş olsaydı bizler bundan ne anlamalıydık? ( Kadınlar gömleklerini giydiklerinde, gömleklerinin boyunu göbeklerinin altına kadar uzatsınlar ki göbekleri görünmesin. ) Şimdi soruyorum size bu ayetten neyin emredildiğini anladınız? Eğer hem gömlek giymek, hem de göbeğin örtülmesi farzdır diyorsanız o zaman Nur suresi 31. ayette başörtüsü de farzdır demekte haklısınız derim. Yok, bu ayette Allah göbeğin örtülmesini emrediyor diyorsanız o zaman Nur suresi 31. ayeti daha dikkatle okuyun ve karar verin derim. Bu örnekleri çoğaltabiliriz. Daha önce de verdiğim örneği tekrarlamak istiyorum. Yine Allah kuranda şöyle bir ayet indirseydi acaba bunu nasıl anlamalıydık dersiniz? ( Ey inananlar, namaza durmaya başladığınızda elinizde veya ayağınızda bir kanama başlarsa çoraplarınızla kanayan yeri sarın ve kan durmuş ise namazınıza devam edin. ) dese Allah, buradan hangi farz emri anlamalıyız? Yine eğer iki emir var, birisi çorabın giyilmesinin farz olduğu, diğeri ise kanama durduktan sonra namaza başlamalıyız emrinden bahsediliyor diyorsanız, evet Nur suresi 31. ayette geçen başörtüsü de farzdır diyebiliriz. Yok, hayır burada çorabın farzlığından bahsetmiyor, yalnız namaza durmadan önce kanın durdurulması isteniyor diyorsanız, lütfen Nur suresi 31. ayet üzerinde biraz daha düşünün derim. Tam burada size bir tartışmamız esnasında bana cevaben yazdığı Sayın Sami Hocaoğlunun yazısından bir alıntı yapmak istiyorum. Aslında bana cevap verirken bile kendi düşüncesinin yanlışlığını kendisi söylüyordu farkında olmadan. Bakın bana nasıl bir örnek vermişti. ( (Nur 31. ayetin başörtüsünü emreden cümlesi aslında neyi emretmektedir? Açık ve net olarak şunu: Cahiliye döneminde bir aksesuar olarak başın üzerinden sırta atılan örtüyü bütün bir boynu ve gerdanı da kapatacak şekilde mazbutça örtmeyi. ) Bu sözlere baktığımızda doğru bir gerçeği önce söylediğini görüyoruz, o da Arapların başın örtülmesi erkekte de kadında da hem aksesuar yani geleneklerinde geçen bir giyim, hem de iklim şartlarının bir gerekliliği. Demek ki zaten Araplarda başın örtülmesi gelenekmiş. Peki, eğer başın örtülmesi daha önce gelenekse, Allah başın örtülme emrini verirken, başınızı o gelenekten örttüğünüz örtünüzle biraz da göğüslerinizi kapatın diye mi verir başörtüsü emrini, yoksa daha önce doğru dürüst takmadığınız o aksesuarı, bundan sonra benim emrim olarak bu şekilde takacaksınız ve kadın asla saçını göstermeyecek mi diye emreder? Karar sizlerin hesabı kimse kimsenin yerine vermeyecek. Bakın Diyanet`e sorduğum bu konu ile ilgili soruma nasıl bir cevap vermişti bir alıntıyla onu da aktarayım. (İslâm dini tesettüre böyle önem vermekle birlikte, örtünmenin şekli konusunda ayrıntıya girmemiş, bunu örf ve âdete bırakmıştır. Böylece her çağda ve her bölgede bu emrin yerine getirilmesine imkân verilmiştir. Sonuç olarak tesettür evrensel, sürekli bir hüküm; örtünmenin şekli ise yereldir.
İslam`ın bütün emir ve yasaklarına uyulması, her Müslüman dan beklenir. Ancak inkâr edilmeksizin bunlardan bir veya birkaçına riayet edilmemesi kişiyi dinden çıkarmadığı gibi, diğer dinî görevlerini yerine getirmesine engel teşkil etmez. Örtünme emri de bu çerçevede değerlendirilmelidir. ) Buda Diyanetin sözleri, ama her ne hikmetse kuranın ayrıntıya girmediğini söyleyip örf ve adete bıraktığı doğru açıklamalarından sonra, yine de başın örtülme emrinin kurandan çıktığını söyleyebilmektedirler. Bunu da düşünün doğruyu bulabilmeniz için sizlere KURAN YETER bunu söyleyen Yüceler yücesi Rabbim. Bunun tersini düşünen kurana ve Allah a karşı çıktığını bilmeli ve ona göre hareket etmelidir. Rabbim`in doğru yoluna ulaşmak isteyen onun kitabına sarıldığında doğruyu bulacağını söylüyor bunu da unutmayalım. Lütfen size söylenenlere değil Kuranın ayetlerine bakınız.
SAYGILARIMLA
Bugünlerde televizyonlarda, dini konularda sorulan en çok soru başörtüsü Allah emri olarak kuranda var mıdır? Kimi konuşmacılar hayır yoktur diyor genelde daha çoğunluğu ise evet Allah Nur suresi 31. ayetinde kesinlikle başın örtülmesini emrediyor şeklinde açıklama yapıyorlar. Biz okuma alışkanlığı olmayan toplum olarak da normal olarak, eğer isminin önünde birde kocaman bir unvan varsa, birde çoğunluk söylüyorsa hiç kuşkusuz o zaman demek ki Allah emriymiş diyor ve öyle kabul ediyoruz. Peki, bu yol doğru bir yol mu? Çoğunluğun sözlerine inanmak bizleri Allah a ulaştırır ve Rabbin katında mahcup etmez mi dersiniz? Ben doğrusu kimlerin doğru söylüyor olacağını inanın çok düşündüm ve tek hâkim ve yargılayıcının gönderdiği, bizlerin anayasası olan kitaba yani kurana danışmanın en doğru yol olduğuna karar verdim. Kuranı ilk kez okuduğumda, kuranı doğru anlamamda faydası olacak, hatta hiç unutmamam gereken bazı ayetler dikkatimi çekti. Bunları sizlerle paylaşmak isterim.
Enam sur. 116: Yeryüzündeki insanların çoğunluğuna uyarsan seni Allah yolundan saptırırlar. Sadece sanıya uyarlar onlar ve sadece saçmalarlar.
Ankebut Sur. 51: Karşılarında okunup duran bir kitabı sana indirmiş olmamız onlara yetmiyor mu? Bunda, inanan bir toplum için elbette ki bir rahmet ve bir öğüt vardır.
Zühruf Suresi 44: Gerçek şu, bu Kuran sana ve toplumuna elbette ki bir hatırlatıcı/bir düşündürücü/bir şeref/bir öğüttür. Bu kitaptan sorumlu tutulacaksınız.
Yukarıda ki üç ayet üzerinde kısaca düşünelim isterseniz. Birincisi karşımıza çoğunluk diye çıkanlar her zaman haklı anlamına gelmediği gibi, onlara uyduğunuzda bizleri Allah yolundan saptırma tehlikesi ile karşı karşıya gelebileceğimiz uyarısını Allah çok açık yapıyor. Ankebut suresinde ise, Rabbim indirdiği kitabı yeterli görmeyenlere tepkisini göstererek, sizlere indirdiğim kitap yetmiyor mu diyerek bu kitabın yeterli olduğunu, sitemli bir şekilde açıklıyor. İşin en güzeli ve can alıcı ayeti ise bence şu ayet, ama her ne hikmetse bu ayeti görmezden gelmek için, bahsini bile açmıyoruz. Yüceler yücesi Rabbim sizleri bu kitaptan hesaba çekeceğim, bu kitaptan sorumlusunuz diyor, ama hala isimlerinin önünde kocaman kocaman unvanlar olan insanlar, kalkıp ne diyorlar bizlere? Bu kitapta her şey yoktur, bu kitap özet bilgidir. İslamı anlayabilmek ve yaşayabilmek için hadis kitaplarına ve fıkıh kitaplarına ihtiyaç vardır. Kuranı sizler okuduğunuzda anlayamazsınız, onu veli kişiler anlar. Peki, bu sözler yalnız yukarıda yazdığım üç ayete bile uyuyor mu sizce? Bu zihniyete göre Rabbim bizleri kurandan sorumlusunuz demesine rağmen, anlayacağımız kitap değil, herkesin okuduğunda anlayamayacağı kitap göndermiş oluyor. Peki, nasıl sorumlu olacağız anlayamıyorsak diye soranlara da, bozgunculuk yapma dine nifak mı sokmaya çalışıyorsun diye yıllarca susturmuşlardır.
Gelelim konumuza, yine kuranı birçok kez anladığım dilden okuduğumda ise, Rabbim`in bizlere indirdiği kuran hakkında bakın nasıl bir kitap olduğunu hangi ayetlerle anlatıyor, birkaç örnek verelim. ( Nisa Suresi 82. ayet; Kuran`ı, iyice okuyup düşünmüyorlar mı? Eğer o, Allah`tan başka birinin katından gelseydi, elbette ki onun içinde birçok ihtilaf bulacaklardı. ) Bu ayete baktığımızda demek ki Rabbim bizleri bu kitabı okuyup daha sonra düşünmemizi akıl etmemizi emrediyor. Ama hangimiz okuduk anlayarak lütfen kendimize bir soralım önce? Diğer birçok ayetinde buna benzer ayetlerin sonunda bakın neler söylüyor Allah? (Eğer aklınızı işletirseniz Allah size ayetlerini açık-seçik göstermiştir. Ali İmran 118) (İşte Allah, ayetleri size böyle açıklıyor ki düşünüp anlayasınız. Nur sur. 61) (Hâlâ aklınızı çalıştırmayacak mısınız? Enbiya sur. 10) (Sadece aklı ve gönlü işleyenler düşünüp ibret alır. Rad sur. 19) (Hâlâ düşünmüyor musunuz? ” Enam sur. 50) (Hala aklınızı işletmeyecek misiniz? Araf sur. 169) Şimdide kuranın nasıl bir kitap olduğunu bakın ayetlerinde nasıl açıklıyor.
Nahl sur. 89: ….. Sana bu Kitap`ı indirdik ki her şey için ayrıntılı bir açıklayıcı, bir kılavuz, bir rahmet, Müslümanlara da bir müjde olsun.
İsra suresi 89. ayet; Yemin olsun, biz bu Kuran`da, insanlar için her benzetmeden nice örnekler sıraladık. Ama insanların çoğu inkâr ve nankörlükten başka bir şeyde diretmediler.
Kehf Sur54. ayet; Yemin olsun, biz, bu Kuran`da, insanlar için her türlü örneği değişik ifadelerle gözler önüne koyduk. İnsan ise varlığın, tartışmaya en çok tutkun olanıdır.
Nisa Suresi 174. ayet; Ey insanlar! Size Rabbinizden apaçık, çok parlak ve güçlü bir kanıt gelmiştir. Biz size, her şeyi açık seçik gösteren bir ışık gönderdik. 175. ayet; Allah`a inanıp O`na sarılanları O, kendisinden bir rahmetin ve lütfun içine sokacak ve onları kendisine ulaşan dosdoğru bir yola kılavuzlayacaktır.
Aliimran sur. 105; Kendilerine açık-seçik kanıtlar geldikten sonra, çekişmeye girip fırkalar halinde parçalananlar gibi olmayın. Böyle olanlar için çok büyük bir azap vardır.
Sizlere yukarıdaki ayetlere benzer yüzlerce ayet sayabilirim, dikkat edin hepsinde ne diyor Allah? Ayrıntılı açıklayıcı, kılavuz, müjde, her benzetmeden nice örnekler, her türlü örneği değişik ifadelerle gözler önüne koyduk, apaçık çok parlak güçlü bir kanıt, her şeyi açık seçik gösteren bir ışık. Bu sözleri Allah kuran için söylüyor ve bakın ne diyor nereye sarılın diyor? (Allah`a inanıp O`na sarılanları O, kendisinden bir rahmetin ve lütfun içine sokacak ve onları kendisine ulaşan dosdoğru bir yola kılavuzlayacaktır. ) Peki, hani kuranda her şey yoktu, kuran özet bilgiydi, yalnız kuranla olmazdı. Ama Rabbim kurana sarılanları o kitap dosdoğru yola kılavuzlayacaktır diyor. Bizlere ise doğruya kılavuzlayacak kitap olarak özellikle söylenen beşerin yazdığı kitaplar gösterilmiyor muydu? Rabbim bu kitabı ben koruyorum diyor, acaba bizlerin okumasını istedikleri kitapları kimler koruyor dersiniz?
Şimdi de bu kadar geniş bir açıklamadan, kuranın anlatış biçimini izah ettikten sonra anlatmak istediğim konuya bakalım. Ne demiştik başörtüsü Allah emri midir? Allah emridir diyerek bakın bu ayette Allah başörtüsünü farz kılmıştır dedikleri Nur suresi 31. ayete şimdi de birlikte bakalım ve delil gösterdikleri cümleyi yazalım, daha sonrada benim vereceğim örneklerle karşılaştıralım. Ama kararı siz vereceksiniz ben değil. Çünkü insanın bizzat kendisinin düşünmesini ve karar vermesini Allah emrediyor. Nur suresi 31. ayette geçen cümleyi ve orada verilen emri yazalım. (Örtülerini göğüs yırtmaçlarının üzerine vursunlar. ) Ama başörtüsünü emrini savunan kişiler burada geçen kelimenin başörtüsü olduğunu ısrarla söyledikleri için şimdide onların istedikleri şekilde yazalım. (Başörtülerini göğüs yırtmaçlarının üzerine vursunlar. ) Şu anda her şeyi unutalım ve önce yukarıda yazdığım ayetleri düşünelim. Burada emredilen konu nedir? Yani bu cümleyi dilbilgisi kurallarına göre incelediğimizde cümlenin yüklemi nedir? Yani konunun özü ve anlatılmak istenen ne? Başın örtülmesi mi? Yoksa göğsün örtülmesi mi? Burada hem başın örtülmesi hem de göğsün örtülmesi diyenler var ki buradan başörtüsü Allah emridir diye çıkarmak istiyorlar. Diyelim bir an yine her şeyi unutup burada iki emir veriliyor diye biz de kabul edelim. Kabul ettiğimizde açık olarak göğsün örtülmesi, gizli bir anlamla da aslında başın örtülmesi emrini çıkarabiliriz diyelim. Peki, Allah gizli anlamlarla, dolaylı olarak bir emir verebileceğini söylüyor muydu ayetlerin de? Yukarıda size sadece altı tane ayet örneği verdim ki bunlara yüzlercesini daha verebilirdim, hiç birisinde bu şekilde bir emir ve yasak vermeyeceğini, tam tersine açık ve anlaşılır bir şekilde verileceğini söylediği gibi ne diyordu? (Yemin olsun, biz bu Kuran`da, insanlar için her benzetmeden nice örnekler sıraladık. ) (insanlar için her türlü örneği değişik ifadelerle gözler önüne koyduk) Dostlarım, kardeşlerim bu sözlere bu şekilde dolaylı bir emir verileceği hiç anlaşılmadığı gibi, tam tersini söylüyor Allah. Diyelim orada dolaylı bir şekilde anlattı, madem her benzetmeden nice örnekler verdim, her örneği değişik ifadelerle anlattım diyor da, acaba daha sonra kuranın hiçbir yerinde nedendir dersiniz, kadın saçını örtmelidir namahremdir asla demiyor? Bu sizin dikkatinizi çekip sorma gereği duymadınız mı? Şimdide bundan başka birkaç örnek daha vermek istiyorum konu daha iyi anlaşılması için. Diyelim ki Allah kuranda şöyle ayetler göndermiş olsaydı bizler bundan ne anlamalıydık? ( Kadınlar gömleklerini giydiklerinde, gömleklerinin boyunu göbeklerinin altına kadar uzatsınlar ki göbekleri görünmesin. ) Şimdi soruyorum size bu ayetten neyin emredildiğini anladınız? Eğer hem gömlek giymek, hem de göbeğin örtülmesi farzdır diyorsanız o zaman Nur suresi 31. ayette başörtüsü de farzdır demekte haklısınız derim. Yok, bu ayette Allah göbeğin örtülmesini emrediyor diyorsanız o zaman Nur suresi 31. ayeti daha dikkatle okuyun ve karar verin derim. Bu örnekleri çoğaltabiliriz. Daha önce de verdiğim örneği tekrarlamak istiyorum. Yine Allah kuranda şöyle bir ayet indirseydi acaba bunu nasıl anlamalıydık dersiniz? ( Ey inananlar, namaza durmaya başladığınızda elinizde veya ayağınızda bir kanama başlarsa çoraplarınızla kanayan yeri sarın ve kan durmuş ise namazınıza devam edin. ) dese Allah, buradan hangi farz emri anlamalıyız? Yine eğer iki emir var, birisi çorabın giyilmesinin farz olduğu, diğeri ise kanama durduktan sonra namaza başlamalıyız emrinden bahsediliyor diyorsanız, evet Nur suresi 31. ayette geçen başörtüsü de farzdır diyebiliriz. Yok, hayır burada çorabın farzlığından bahsetmiyor, yalnız namaza durmadan önce kanın durdurulması isteniyor diyorsanız, lütfen Nur suresi 31. ayet üzerinde biraz daha düşünün derim. Tam burada size bir tartışmamız esnasında bana cevaben yazdığı Sayın Sami Hocaoğlunun yazısından bir alıntı yapmak istiyorum. Aslında bana cevap verirken bile kendi düşüncesinin yanlışlığını kendisi söylüyordu farkında olmadan. Bakın bana nasıl bir örnek vermişti. ( (Nur 31. ayetin başörtüsünü emreden cümlesi aslında neyi emretmektedir? Açık ve net olarak şunu: Cahiliye döneminde bir aksesuar olarak başın üzerinden sırta atılan örtüyü bütün bir boynu ve gerdanı da kapatacak şekilde mazbutça örtmeyi. ) Bu sözlere baktığımızda doğru bir gerçeği önce söylediğini görüyoruz, o da Arapların başın örtülmesi erkekte de kadında da hem aksesuar yani geleneklerinde geçen bir giyim, hem de iklim şartlarının bir gerekliliği. Demek ki zaten Araplarda başın örtülmesi gelenekmiş. Peki, eğer başın örtülmesi daha önce gelenekse, Allah başın örtülme emrini verirken, başınızı o gelenekten örttüğünüz örtünüzle biraz da göğüslerinizi kapatın diye mi verir başörtüsü emrini, yoksa daha önce doğru dürüst takmadığınız o aksesuarı, bundan sonra benim emrim olarak bu şekilde takacaksınız ve kadın asla saçını göstermeyecek mi diye emreder? Karar sizlerin hesabı kimse kimsenin yerine vermeyecek. Bakın Diyanet`e sorduğum bu konu ile ilgili soruma nasıl bir cevap vermişti bir alıntıyla onu da aktarayım. (İslâm dini tesettüre böyle önem vermekle birlikte, örtünmenin şekli konusunda ayrıntıya girmemiş, bunu örf ve âdete bırakmıştır. Böylece her çağda ve her bölgede bu emrin yerine getirilmesine imkân verilmiştir. Sonuç olarak tesettür evrensel, sürekli bir hüküm; örtünmenin şekli ise yereldir.
İslam`ın bütün emir ve yasaklarına uyulması, her Müslüman dan beklenir. Ancak inkâr edilmeksizin bunlardan bir veya birkaçına riayet edilmemesi kişiyi dinden çıkarmadığı gibi, diğer dinî görevlerini yerine getirmesine engel teşkil etmez. Örtünme emri de bu çerçevede değerlendirilmelidir. ) Buda Diyanetin sözleri, ama her ne hikmetse kuranın ayrıntıya girmediğini söyleyip örf ve adete bıraktığı doğru açıklamalarından sonra, yine de başın örtülme emrinin kurandan çıktığını söyleyebilmektedirler. Bunu da düşünün doğruyu bulabilmeniz için sizlere KURAN YETER bunu söyleyen Yüceler yücesi Rabbim. Bunun tersini düşünen kurana ve Allah a karşı çıktığını bilmeli ve ona göre hareket etmelidir. Rabbim`in doğru yoluna ulaşmak isteyen onun kitabına sarıldığında doğruyu bulacağını söylüyor bunu da unutmayalım. Lütfen size söylenenlere değil Kuranın ayetlerine bakınız.
SAYGILARIMLA
Haluk GÜMÜŞTABAK
Haluk GÜMÜŞTABAK(ALINTI LİNK:http://www.diniyazilar.com/2011/05/basortusu-kuranda-var-midir-gelin-birlikte-dusunelim/)

16 Mart 2013 Cumartesi

BAŞKALDIRIYORUM!!

HİNT FAKİRLERİ GİBİ KANDIRILDIK.BU DÜNYADA HAK SENİN MÜSLÜMAN ! herşeyi ahireti bırakma...UNUTMA!



Aşkın son mertebesi : Dar ağacı!
Ariflerden
birine sorarlar;

Allah’a giden yol nasıldır ?
Cevap verir;
İki adımda!
Sonrası Vuslat. İlk adımda dünyadan, ikinci adımda ahretten ayrılarak yükselir,
işte bu yolla Mevla’ya uruç edersin.

Ve devam etti;
Fakir kimdir
bilir misin ? Fakir, Allah dışında her
şeye müstağni olandır! Yani O’nun dışında ki hiçbirşeye ihtiyaç duymayan…

Ve Hallac’ı bir
ağaç gibi budayan cellatın indirdiği darbeler yüzünden vücudunun heryeri kana
bulanan hallac, adeta istemsizce ‘’fışkıran kanları suratına sürmeye başlar.’’

Bu durumu gören
Şıbli yanına koşar, dostunun bu halinin ‘’akli yıkım olduğu hezeyanı ile’’
bastıramadığı hüznüyle koşar dostuna;

Ya Hallac neden yüzüne sürüyorsun kanını…
‘’Abdest alıyorum!”
Ne Abdesti ?
“Aşkta kılınan iki rekat namazın abdesti
ancak kan ile alınırsa sahih olur!”

Evet, bütün
bedeni lime lime edilen bu adam, ölürken bu kelimeleri zikretti. Hikmeti ise,
yaşamında tecelli oldu. Lakin bu şahıs, ömrünü halka adamış bir ‘’Karmat eri idi…’’

Karmat nedir
diye soracak olursanız kısaca anımsatayım;

Karmatiler,
Abbasi hilafetine başkaldıran, özel mülkiyete karşıt İslami bir harekettir.
Abbasi halifesine isyan etmiş, kılıç ve binek dışında özel mülk edinmemiş,
komünal yaşamı en ideal düzeyde pratiğe geçirmiş isyancı bir topluluktur. En
önemli eserleri ‘’ihvanüssafa risaleleridir.’’

Nitekim bugün
yapıldığı gibi, dinsiz ilan edilip, tek tek katledilmişlerdir. Hallac’ı
Mansur’da bu cemiyetin öncülerinden biridir…

Ve temel
prensipleri, Allah dışında bir şeye ihtiyaçsızlaşmaktır. Çünkü muhtaç olduğunuz
her şey sizin tanrınız konumundadır. Tevhidin amentüsü olan ‘’La ilahe
illallah’’ rüknuna bağlılığın yegane yolu, O’nun dışında hiçbir şeye muhtaç
olmamaktır…

Ki bu hususta en
net duruş İbrahim Resul’de görülür.

Ateşe atılacağı
sırada; ‘’Bana Allah yeter’’
demesindeki hikmet budur…

BAŞKALDIRIYORUM!...
Yastığa başını koyduğunda
uyuyamayanlaradır sözüm…

Ve karanlık
çöktüğünde, aydınlığı tesbih edenlere. Ki onlardır gerçeğin talipleri, ve
onlardır ışığın bekçileri…BİR MUM GİBİ....

Allah elçisi
seslendi;

‘’Altına ve gümüşe tapanlara lanet
olsun’’
ve devam etti, ‘’Kahrolsun biriktirenler, kahrolsun
biriktirenler, kahrolsun biriktirenler.’’

Ve Allah buyurdu ki
Biriktirdikleri cehennem ateşinde
kızdırılacak ve bununla; alınları, sırtları dağlanıp şöyle söylenecek; İşte
nefsiniz için kenz ettikleriniz/biriktirdikleriniz! Tadın bakalım azabı! (Tevbe
suresi 35. ayet)


Ey süslü
malikanelerde sefa sürenler! Ey zalimler, madrabazlar.

Ey Allah’ın
sözünü (KURANI)değiştirme gayretinde olanlar! Ey kodamanlar, servet ve refah içinde
zevk’ü sefa içinde yaşayanlar…

Ve Ey
susturulanlar/miskinler, hakkı gasp edilenler/yoksullar.!

Zaman, ‘’kıyam’’
zamanıdır. Hakkın, yani halkın zamanıdır. Açlıktan benzi solmuşların feryadı
ile inleyen sokakların zamanıdır. Kalkın
ayağa ve ‘’kıyam’’ edin…

(KASAS suresi 5. ayet) Ve biz istiyoruz
ki, yeryüzündeki ezilenleri, sömürülenleri onlara önderler yapalım, onları
mirasçılar haline getirelim.

****************
Yeni tanıştığım
bir adamcağız dert yandı;

Anamız ağlıyor arkadaş! Çalış çalış
yaranamıyoruz! Olmuyor geçinemiyoruz!...

ŞAŞARIM ! Çalıştığı halde
geçinemiyor iken, sokağa fırlayıp kodamanlardan hesap sormayan adamın aklına
şaşarım!

İnsanlık, içine
sokulduğu sanal hayata entegre olurken unuttuğu reel gerçekler ile yüzleşiyor
iken, bu kadar etkisiz ve tepkisiz kalışının ardında bir şeyler arar oldum. Bu,
Allah’ın yarattığı ideal insan değil kardeşim!

Anlatabilmiş değiliz!
Yeryüzündeki
bölüşüm; bizzat Allah tarafından taksim edilmiştir. Eşit bölüşüm, ademi
toplumun temelidir. Cennet idealidir!

Birileri çıkıp "HAK YİYEREK"
diğerlerini fakirleştiriyor iken, benzi sararanların; karnı şişenlerden hesap
sormaması ne biçim iştir ya Rab!

Allah dışında
muhtaç olduğunuz her şey, Rableşme temayülüne yüz tutmuş demektir.

İnsan neden KORKAR VE HAK diyemez ??

  1. Düzeninin bozulmasından korkar.
  2. Ailesi ve çocuklarının halini
    düşünür.

  3. Canını kaybetmekten korkar.
  4. Başarısız olmaktan korkar.
  5. Çevresindekilerin tepkisinden
    korkar.

  6. Sahip olduklarını kaybetmekten
    korkar…
Sızlanma ey
insan! Yitirmekten korktuğun her şeyi kenara bırak ve sadece ‘’sor’’!

Neden ? Varoluşumdaki
hikmet nedir ? Ve neden bütün bu hengame…

Gerçek şu ki, insanlar kendi
iç dünyalarını değiştirmeden Allah onların durumunu değiştirmez; ve Allah
insanlara (kendi kötülüklerinin bir sonucu olarak) bir felaket tattıracağı
zaman hiçbir şey bunun önünde duramaz: çünkü onların, kendilerini O'na karşı
koruyabilecek kimseleri yoktur. (Rad Suresi 11. ayet)

Korkulara ‘’LA’’
çekmeden, gerçeğe ulaşılamaz. Ki kelimelere hapsedilen isyan, mutlak anlamda
sokaktadır…
Ve zaman, karnı
şişenler karşısına dikilen soluk benizlilerin yükselttiği değişimin zamanıdır.
Emperyalizmin,
Kapitalizmin ve yerli iştirakçilerinin karşısına dikilmeyen bir kıyamın namazı
yoktur. Kılınan namazlar nafiledir. Boştur…
Hele ki Abdestli Kapitalizmden hesap sormayanın ahreti tehlikededir…Uyanışımız
temennisi ile.
.....

ATEİSTLERE CEVAPLAR -1

Bir kâğıt düşün kibir yüzü sana, öteki yüzü de sevgiliye
dönüktür. Yahut her yüzü bir başkasına çevrilmiştir. Kâğıdın sana dönük yüzünü
okuyabilirsin ama asıl dosta sevgili tarafına dönük olan yüzünü okumak gerekir.
şems- i Tebriz’inin Felsefecilerin Sorularına Cevabı:
Her yolun bir adabı vardır.
Allah’ı sevmenin de adabı vardır.
ADAB!!!!
Derviş, sadece gönlü geniş ve ruhu gezgin bir sufî demek
değildir ki!..,
Belaların, nerden geldiğini bilmemek, belaların en büyüğüdür
Dergâhın bahçesinde güllerin yanında Mevlâna ile hasbihal ediyorduk. Mevlâna’yı ziyarete felsefecilerden bir grup geldi. Soruları olduğunu
bildirdiler. Mevlâna onlara beni göstererek;- Benim sorularımı cevaplayana sorun, diye bana havale etti.
Bunun üzerine, gelen felsefeciler üç sual sormak istediklerini belirtirler.- Sorun. Dedim. İçlerinden birini başkan seçtiler. Hepsinin
adına o soracaktı. Sormaya başladı.
- Allah var dediniz, ama görünmez, göster de inanalım.
- Öbür sorunu da sor.- Şeytanın ateşten yaratıldığını söylersiniz, sonra da
ateşle ona azap edilecek dersiniz hiç ateş ateşe azap verir mi? dedi.- Peki, öbürünü de sor.
- Ahirette herkes hakkını alacak, yaptıklarının cezasını
çekecek diyorsunuz. Bırakın insanları canları ne istiyorsa yapsınlar karışmayın, dedi.- Bunlar mı sorularınız şimdi benim peşimden gelin size
cevapları vereyim.Kalktık dergâhın bahçe duvarı için kerpiç yapan müritlerin yanına vardık. Yerden kurumuş bir kerpiç aldım ve adamın başına vurdum. Soru sormaya gelen felsefeci yanındakilerle apar topar Konya kadısına gittiler. Mevlâna
“Şimdi ne olacak” der gibi bakıyordu. Onun aklından geçenleri okudum. Meraklanma bekle gör, sorularının cevabını öyle alacak ki dergâhına tövbeye hidayete gelecekler.Şimdi mahkeme görevlisi bizi kadıya çağırana kadar namaz kılalım. Aradan yarım saat geçmişti. Haber geldi, birlikte huzuruna vardık. Kadının odasında bizim şaşkın filozoflar hazır ol vaziyetinde bekliyorlar, kerpici yiyen kafası sarılı olarak olup biteni birde bizim yanımızda kadıya anlatmaya başladı.- Ben, soru sordum, o başıma kerpiç vurdu. Dedi.- Ben de sadece cevap verdim. Kadı bu işin açıklamasınıistedi. - Bana Allah’ı göster de inanayım, dedi. Şimdi bu felsefeci,başının ağrısını göstersin de görelim. Filozof şaşırarak:- Ağrı var ama gösteremem, dedi.
- İşte Allah da vardır, fakat görünmez. Yine bana, şeytana
ateşle nasıl azap edileceğini sordu. Ben buna toprakla vurdum. Toprak onun başını acıttı. Hâlbuki kendi bedeni de topraktan yaratıldı. Yine bana: Bırakın herkesin canı ne isterse onu yapsın. Bundan dolayı bir hak olmaz, dedi. Benim canım onun başına kerpici vurmak istedi ve vurdum. Niçin hakkını arıyor? Aramasa ya...

15 Mart 2013 Cuma

kuranda abdest...ve farzları..


AYETLERLE ABDEST…

İŞTE KURANA GÖRE   ABDESTİN FARZLARI  :

(KOLAYLAŞTIRIN, ZORLAŞTIRMAYIN…)

İŞTE  abdest ile ilgili ayetler ve abdestle ilgili başka ayet yok;

RAHMAN VE RAHİM OLAN ALLAH IN ADIYLA:

MAİDE 6.Ey iman sahipleri! Namaza duracağınız zaman yüzlerinizi ve dirseklere kadar ellerinizi yıkayın; başlarınızı meshedin ve topuklara kadar ayaklarınızı meshedin. Eğer cünüp iseniz iyice temizlenin. Hasta yahut yolculuk halinde iseniz yahut biriniz tuvaletten gelmişse yahut kadınlara dokunmuş da su bulamamışsanız temiz bir toprakla teyemmüm edin: yüzlerinizi ve ellerinizi ondan meshedin. Allah size zorluk çıkarmak istemiyor. Ancak sizi temizlemek ve üzerinizdeki nimetini tamamlamak istiyor ki şükredebilesiniz

NİSA 4/43. Ey İnananlar! Sarhoşken, ne dediğinizi bilene kadar, cünübken, yolcu olan müstesna gusledene kadar namaza yaklaşmayın. Eğer hasta veya yolculukta iseniz yahut biriniz ayak  yolundan gelmişseniz veya kadınlara yaklaşmışsanız ve bu durumlarda su bulamamışsanız tertemiz bir toprağa teyemmüm edin, yüzlerinize ve ellerinize sürün. Allah affeder ve bağışlar.

Okuyup anladığınız gibi abdest sadece namaz için alınıyor.

 

Sünnete ve geleneğe göre alınan abdest elbette peygamber efendimizden geldiği için asla yanlış değildir.Fakat kuranda ne

Yazıyorsa biz onu söylemekte kendimizi mecbur hissederiz.!

kuranda başörtüsü yok!!

KURANDA BAŞÖRTÜSÜ YOK ...
İŞTE İSPATI:
Günümüzde devam eden başörtüsü,tesettür,kapanma şekilleri
gibi sorunlar aslında sadece gelenekseldir. Çünkü her şeyi açıkça belirten kuran
elbette tüm Müslümanları ilgilendiren bu konuya gerekli olsaydı yer verirdi.Şunu açıkca yazının başında
belirtmeliyiz ki geleneklerin bir KIYAFET tarzı oluşturmasında hiçbir sakınca
yoktur doğal bir süreçtir.Ve bizi ilgilendiren insanların seçimi değil sadece
bu seçimlerin İslam ve kurana dayatılmasıdır.Örnek olarak sıcakta insanların
şapka,sarık takması yada gözlük takması gayet doğaldır.Yanlış olan sarığın
dinsel bir obje gibi gösterilmesidir.
Şimdi kuranda kapanma ve giysi ile ilgili ayetleri
inceleyelim:
RAHMAN VE RAHİM OLAN ALLAHIN ADIYLA;
Ey ademoğulları! Size çirkin yerlerinizi örtecek giysi ve süs eşyası indirdik.
(araf suresi 7-26 ayet)
Mümin kadınlara da söyle:Bakışları ölçülü olsun ve cinsel
organlarını korusunlar.Süslerini KENDİLİĞİNDEN görünenler hariç
açmasınlar.Örtülerini yaka açıklarına koysunlar………………..(24-nur süresi
31.ayet not: ayetin devamında örtü ile ilgili bir bölüm yok
okuyabilirsiniz )
Bu ayette geçen “hımar” kelimesi eski Arapça eserlere
bakılırsa her çeşit örtüyü kasteder.Bir dülbent,çarşaf,eşarp anlamına
gelmez.Masa örtüsün içinde hımar kelimesi kullanılır.ALLAH (C.C.) Hımar kelimesi ile başörtüsünü anlatmak isteseydi “hımarürres”
diyebilirdi.Nitekim abdestin anlatıldığı ayette başı anlatmak için “res”
kelimesi direkt olarak geçer.Ayrıca ayette kapatılacak yerin Yaka dekoltesi olduğu kesindir.(yaka –cuub kelimesi direkt
geçiyor).Ayrıca bu ayeti saptırmak isteyenler “felyedribne” fiilini “salsınlar”
olarak çeviriyorlar ki asla “darabe” kökünden oluşan bu fiil bu anlama
gelmez.Bu anlama (salsınlar anlamına gelen) fiil ise “felyüdnine” dir.Ayrıca
süs olarak kastedilen sizce yüz olabilirmi? Ayetten anlaşıldığı gibi süs olarak
göğüsten bahsediliyor ve bu bölgenin kapatılmasını ALLAH (C.C.) istiyor.ELBET
EN DOĞRUSUNU ALLAH (C.C.) BİLİR!!

13 Mart 2013 Çarşamba

GERÇEK KADER!!

KADERden ne anlamalıyız...?

Kader Nedir, Kader denilince ne anlamalıyız..?

1- Kader: Yüce Allah’ın kainatın yönetiminin yada varlıkların işleyiş kanunlarının kendisine göre hareket ettiği ölçüler ve kurallar bütününün adıdır…

2- Allah her bir yarattığı varlığa görünüm, kişilik, diğerlerinden ayırt eden bir takım özellikler vermiştir işte bu varlıkların elinde olmayan ölçülendirmeye kader denilir, kadere iman İslami bir inanç esası değildir, ancak Allah’ın yarattıklarını ölçülü ve planlı bir şekilde yönettiğine inanmak Kur’an’a olan inancımızın gereğidir…
... ... ...
3- “Kader” ve “Takdir” kelimeleri sonradan içleri boşaltılarak, Kur’an’ın kast etmediği anlamlar ile yeni manalarla doldurulmuşlardır. Kaderci mantığı eleştirirken bizim hedefimizde çarpıtılan anlamlar, ilgili kelime ve kavramları çarpıtarak sömürü ve zulümlerine maske yapak isteyenler ve insanlığın yaşadığı sıkıntıları “Kader”, “Yazgı” kabul eden zihniyet vardır. Yoksa Yüce Allah ve kurduğu muazzam sisteme saldırı amacımız yoktur, Allah’ın kitabında kullandığı anlamıyla kâinat-kader ilişkisine elbette iman ediyoruz…

4- Kader inancı yüzyıllar boyu halkı sömüren, adaletsiz gelir dağılımı yapan, siyasi emelleri uğruna kan döken yöneticilerin dayanağı olmuştur, zulmedenler iktidarlarını kader inancı ile yazgının gereği göstererek, kendi sömürü sistemlerinin ilahi kaynaklı olduğuna halkı ikna ederek oluşabilecek tepki ve muhalefetin önünü kesmek istemişlerdir. Halkı hurafe ve dini masallarla oylayıp gündemi hiç haksızlıklara getirmeyen ve yöneticilerin zulmünü perdeleyen “Din adamları sınıfı” ise bu sömürü sistemini ayakta tutan en temel dinamiklerden birisi olmuştur…

5- Tarihte devrim yapan, atılım yapan ve adından söz ettiren toplumlara bakıldığında yazgıcı-kaderci anlayışın frenlemesinden kendilerini kurtaran toplumlar olduklarını görürüz, kader inancı insanlığın ilerlemesi önünde en sinsi ve etkili uyuşturucudur. Aslında Karl Marx’ın da isyanı bunaydı ama din afyondur demekle daha büyük bir yanlış yaptı doğrusu şu olmalıydı: “Kaderci anlayış toplumu uyuşturan bir afyondur”…Abdülaziz BAYINDIR

ÇAĞRI!!

SEN BİR HALİFESİN EY İNSAN...
KATİL OLMA...
Elini uzatabileceğin halde uzatmadığın için yüreği kundaklanan her insanın katili olarak seni hesaba çekecekler.
"Gel"diyecekler,"sen elinden tutsaydın bu insan şimdi ateşe mahkûm olmayacaktı. Sen sorumluluğunu yerine getirseydin Kitap mahzun kalmayacaktı, sen sorumluluğunu yerine getirseydin ümmet öksüz olmayacaktı sen sorumluluğunu yerine getirseydin şayet…
Bir benle ne çıkar deme. Kim var diye sağa sola bakma. BEN VARIM de ve yürü. Unutma Uygun iklimi Allah yaratacaktır.
İslamı islamın düşmanlarından öğrenen insanlar için hüküm verip infaz etme. Birçoğunun red ettiği islamın aslında Allahın indirdiği değil babalarının uydurduğu islam olduğunu ve onu zaten seninde reddetmen gerektiğini hatırla ve onu kınamak yerine "BUNDAN NE GÜZEL MÜSLÜMAN OLUR" diye tüm yüreğinle hidayeti için dua et.... Düzeltmek için elinden bir şey gelmiyorsa "Allahım onları affet, onlara hidayet et, çünkü onlar bilmiyorlar!" diye yakaran peygamberinin duasına 1500 sene sonrasından amin diyerek eklen ve safını belirle .
SEV, garazsız ve ivazsız, pazarlıksız,bedelsiz, sev. Sevgiden başka bedel bekleme"Benim ücretim yalnızca Ona aittir" de. Ve Tüm faturaları yak
İnsan ayetiyle Kur'an ayetini buluşturup aralarından çekil. İnsanla İslam arasındaki engelleri kaldırayım derken sakın, engel sen olma. Birinin hidayetine vesile olmayı, onu minnet altına almanın bir gerekçesi olarak kullanmak gibi çirkin bir yola girme. Aksine, seni vesile kıldığı için Allaha minnet et. Öldürmek için doğuran zavallılara karşı diriltenler ve gerektiğinde diriltmek için ölen bahtiyarlar arsında olmanın şükrünü eda et.(m.islamoğlu kısaltılmış)

TEVHİD..

TEVHİD İNANCI

Allah (cc), Tevbe Sûresinde (6)“Onlar, Allah'ı bırakıp bilginlerini ve rahiplerini Rabler (ilahlar) edindiler…’’ buyurunca Adiy b. Hâtem bunu anlayamamış ve “Biz rahip ve âlimlerimize (reislerimize) ibadet etmiyorduk, onlara secde etmiyorduk (onları rab olarak kabul etmiyorduk)” diye itiraz etmişti. Allah Resulü (SAV) de ona “ Rahip ve âlimleriniz size Allah’ın helallerini haram, haramlarını da helal yapmadılar mı? Siz de onların helal dediğine helal, haram dediğine haram demediniz mi”? buyurmuştu. Adiy b. Hâtem “Evet” diye cevap verince Efendimiz (SAV): “İşte bu onlara ibadetin ta kendisidir.” diyerek ibadetin ve Rabbin manasını açıklamıştır. Efendimiz (SAV)’in âyeti tefsirine göre bir insan ya da bir kurum Allah’ın helal yani serbest ettiğini haram yani yasak ederse: ya da bunun tersine Allah’ın yasakladığını serbest bırakırsa bu Rab olduğu iddiasında bulunmaktır. Böyle haddini aşan birine itaat edenler de onun kuludurlar ve ona yaptıkları itaat ise ona ibadet hükmündedir. Ona secde etmeseler de
Tevhid inancı sadece Allah’ın hakkını teslim eden bir inanç değil aynı zamanda insanın kullara kul olmasını engelleyerek insanın onurunu ve şerefini koruyan bir inançtır. İnsan, kendini yaratan ve rızkını veren Allah’a itaat eder; onun kendisi için koyduğu kanunlara bağlı kalırsa hem birçok sorunlarla karşılaşmaktan kurtulur hem de bu onun şeref ve onuruna bir zarar vermez. Ama kullara itaat edecek olursa hem dünyanın şu anda karşılaştığı ve karşılaşacağı binlerce sorunu ile karşılaşır hem de kullara kulluk yaptığı için insanlık şeref ve onurunu kaybeder.

Tevhid sadece bir söz ve bir inanç değildir o aynı zamanda bir hayat nizamını ifade eder ve hayatını değiştirmek istemeyenler, özellikle toplumu sömüren kodamanlar bu yüzden bu inancı reddetmişlerdi. Tevhid sadece bir inanç olsaydı bu kadar şiddetli muhalefet etmezlerdi. İslam düşmanlarının tevhidi sadece inanç, İslam’ı ise sadece ibadet ve ahlâk esasları olarak anlayan, daha doğrusu İslam’ı anlamayan Müslümanlara muhalefet etmedikleri ama İslam’ı bir hayat nizamı olarak anlayan ve İslam’ı hayata hâkim kılmak isteyen Müslümanlara ve cemaatlere ise çok şiddetli düşmanlık yaptıklarını görmüyor muyuz?

Tevhid doğrudur ve haktır. Çünkü;

1.Madem her şeyin yaratıcısı, rızık vereni, idare edeni Allah’tır. O halde O’nun dediği olmalıdır ve bu Allah’ın hakkıdır, bunu vicdan da kabul eder, hatta söyler. Bunu kabul etmeyenin ya vicdanı yoktur ya da vicdanının sesini duymak istememektedir. Allah’ın dışında birinin ise “benim dediğim olsun” demeye hakkı yoktur ve olamaz.

2.Madem en iyi bilen Allah’tır, O’ndan daha iyi bilen yoktur, o halde O’nun dediği olmalıdır. Bu, aklın da kabul ettiği ve etmek zorunda olduğu bir gerçektir. Bunu kabul etmeyenin ya aklı yoktur ya da aklının sesini duymak istememektedir.

Allah’ın koyduğu hiçbir hükümde hata yoktur ve bu nedenle değiştirmeye de ihtiyaç duyulmaz. Ama insanların koyduğu kanun ve esaslarda hatalar olmakta ve 5-10 yılda bir değişiklik ihtiyacı doğmaktadır. İnsanı hakkıyla tanıyamadığı ve ğaybı da bilmediği için, her gün yeni bir kanun koyarak, toplumu üzerinde deneyler yapılan beyaz bir fare gibi kobay olarak kullananlar ve topluma zarar verenler bunun hesabını kıyamet günü veremeyeceklerdir.

Müslümanlar tevhidin manasını unuttukları ya da öğrenmedikleri gün hayat kanunlarını ve medeniyet esaslarını başkalarından almakta bir mahzûr görmediler. Önce batılıların âdet ve göreneklerini, sonra kültür ve sanatlarını, daha sonra kanun ve ahlâk ölçülerini, en sonunda da inanç ve nizamlarını aldılar.
Çünkü tembellik yapıp görevlerini yapmadıklarından dolayı batı dünyasından geride kalmışlardı. Mağlubiyet psikolojisi ve aşağılık kompleksi içindeydiler. Geri kalmalarının gerçek sebebini bulup önlemler alacaklarına işin kolayına kaçtılar ve Allah (cc), peşinden gittiğimiz batının eliyle tokatlayarak ümmeti uyandırdı. …(kısaltılmış Alparslan KUYTUL-ALINTIDIR)

11 Mart 2013 Pazartesi

ŞEYTAN VE İNSAN

KAFİR OLMAK...
ŞEYTAN İLE SOHBET KONU: NASIL "KAFİR" OLUNUR...?..?

MÜSLÜMAN: Ey İblis kafir olma için ne yapmalı sence..?? Allah yoktur dersek olur mu. ?

ŞEYTAN: Kim demiş Allah yok diye..? Ben şeytanım ben bile demiyorum, bu lafı diyenler benden de sapık..! Bu söze gerek yok ben kimseden bunu da istemiyorum ama ne yaparsın ki insa...n sapıttımı bende ondan uzak duru yorum...

MÜSLÜMAN: Sence nasıl kafir olunur peki..??

ŞEYTAN: Bak şimdi "Ben Kafirim, Allah yok" vs... Deseydim insanlar benden kaçarlardı ama ben diyorum ki inkar etmeyin sadece "Bu çağda olmaz, onlar eskidendi, o ayet yahudiler vs... hakkında" deyin böylelikle hayattan dışlamış olursunuz...

MÜSLÜMAN: Peki Kur'an okuyanlar bu emirleri görmeyecekler mi..?

ŞEYTAN: Elbette ki görecekler ama "Biz anlamayız, bu kadar adam bilmiyor muydu vs..." vesveselerle görmezden gelecekler yani bakacaklar ama göremeyecekler...

MÜSLÜMAN: Sen doğrudan "İnkarcı ol" der misin, bu konuda insanları hangi yola iletirsin..?

ŞEYTAN: Yerin göre inanma derim... Ama genel olarak şu yolu izlerler:İnsanlar bir Kur'an gerçeği ile karşılaşırlar, içlerinde bulundukları grup ya da cemaatin öğretilerine muhalif olduğunu net olarak kavrayınca bir takım menfaatleri ya da arkadaşlık ilişkilerinin sonlanacağı kaygısına kapılırlar.

Tam bu noktada doğrudan inkar etmek yerine hakikate makyaj yaparak hem Allah'ı hem de insanları razı etme yoluna giderler ve sonuçta Allah'ın beyan ettiği gerçeği dolaylı olarak gizlerler işte bu fiilin Kur'an'daki adı Küfür / Gerçeği örtmek, failin aldığı isim ise "Kafir"dir...

Kafir olmanız için dini değerlere sövmeniz gerekmez herhangi bir Kur'an gerçeğini örter ondan rahatsız olursanız küfre girersiniz...

MÜSLÜMAN: Senin mesleğin kafirlik olduğu için bu işleri iyi biliyorsun tabi...

ŞEYTAN: Yok ... Yok... Abartma artık küfür benimde kontrolümden çıktı..!! Şimdi Kur'an'ın yerini yeni kitaplar, yeni hocalar aldı zaten Kur'an okunmuyor ki üstü çoktan örtülmüş...!! Hele Hele şu hurafelerle İslam dinini mahveden hoca kılıklı yaratıklar yok mu..?!?!? Bu insanlar var ya beni bile saptırırlar...

MÜSLÜMAN: Sen ne zaman tevbe edeceksin..?

ŞEYTAN: Siz ne zaman tevbe edeceksiniz...? Ben etmiyorum diye etmezseniz sonunuz benimle aynı olur....

ŞEYTAN: Sonuçta İbadetlerinizi yapın, sohbetlere gidin, kaset ve cdlerini dinleyin, dini filmleri izleyin ama sakın Kur'an'ı anlamak için uğraşmayın ve ŞUNU UNUTMAYIN BEN GÜNAH VE KÜFÜR ORGANİZASYONUMU HOCALAR, MASAL VE HURAFE DOLU KİTAPLAR ARACILIĞI İLE AYAKTA TUTUYORUM...

MÜSLÜMAN: Sen sistemini iyi oturtmuşsun bu bir gerçek, ama senin oltana takılacak olanlar ancak cahil-ahmak sürüleridir. Bizim gibi Kur'an'ı okuyan dini kaynağından öğrenen kişilere asla zarar veremezsin...

ŞEYTAN: Sen onu bana değil git dergahlara, cemaatlere anlat..!!! Benim yapamadığım İslam'a yaptılar...

MÜSLÜMAN: Tüm şeytanlar ve şeytani organizasyonlarla mücadele edeceğiz...

"Gerçek şu ki, iman edenler ve Rablerine tevekkül edenler üzerinde onun (şeytanın) hiçbir zorlayıcı-gücü yoktur. Onun zorlayıcı-gücü ancak onu veli edinenlerle, onunla O’na (Allah’a) ortak koşanlar üzerindedir."

(Nahl Suresinin 99. ve 100. Ayetleri

CİDDİ SORULAR..

İŞTE SORULAR...

ÇOK CİDDİ SORULAR…

1- Allah kitabında ölülere Kur’an okuyun diyor mu..? Hayır…
2- Peygamber kıssalarında ölülere Kur’an okuyan peygamber var mı…? Hayır…
3- Birbirlerinin ruhuna Kur’an okuyan peygamberler var mı…? Hayır
4- Peygamberimiz diğer peygamberlerin ruhu için Kur’an okumuş mu…? Hayır…
5- Peygamberimiz kendi yakınlarının ruhuna Kur’an okumuş mu…? Hayır…
6- Sahabesine benim arkamdan ruhuma Kur’an okuyun demiş mi…? Hayır…
7- Sahabe içerisinde peygamberimizin ruhuna Kur’an okuyan var mı…? Hayır…
8- Sahabe içerisinde birbirlerinin ruhuna Kur’an okuyan var mı…? Hayır
9- Mezheb imamları sahabe ya da peygamber için Kur’an okumuş mu…? Hayır…

Allah’ın kitabında olmayan, hiçbir peygamberin yapmadığı, sahabenin bilmediği bir şey nasıl ibadet oluyor …? Bu nasıl ibadet ki hiçbir peygamber bilmiyor …?

ARTIK YATAN ÖLÜLERE DEĞİL GEZİNEN ÖLÜLERE KUR’AN OKUYUNUZ… ÖLÜLERE KUR’AN OKUMAK HURAFE VE UYDURMA BİR AYİNDİR

10 Mart 2013 Pazar

ARKADASIM MUHAMMED VE SALAT..

ARKADASIM  MUHAMMED!

BAZEN SADECE BİR DOSTA,ARKADAŞA İHTİYAC VARDIR..
Kur’an’da peygamber
isimlerinin “İbrahim”, “Musa”, “Nuh” “Muhammed”
şeklinde “mahalleden arkadaşıymış gibi” alabildiğine tek ve yalın
kullanılması öteden beri çok dikkatimi çekmiştir.

Acaba bu tür isimler Kur’an’da neden yalın
geçiyor?

Ben bunun bilinçli bir kullanım ve mesaj
olduğunu düşünmekteyim.

Oysa dini kültürümüzde bunun tam tersi bir durum
var. “Mazhar-i mevcudât, seyyid-i kâinât, server-i fahr-i âlem”
vb. bir dizi ünvan ve lakaplar sıralanmadan ve özellikle de “sallallahu
aleyhi ve sellem”
(s.a.v) demeden peygamber ismini anmak saygısızlık
sayılıyor.

Halbuki bu türden abartılı ifadeler Bizans ve
Sasani imparatorluk geleneğinin modasıydı. Emevi, Abbasi ve Osmanlı
imparatorluklarına da olduğu gibi geçti. Padişahların ve sultanların adı
“Halife-i rûy-i zemin, devletlû, haşmetlû, azametlû padişahımız efendimiz
hazretleri…”
vs. denilmeden telaffuz
edilemezdi.

Keza Yahudi dini kültüründe de örneğin
“Davut” diyemezsiniz; “Davut ameleh” demek zorundasınızdır. Aksi
halde hakaret damgası yersiniz.

Şii kültüründe de masum
imamların adı anılınca üstelik ayağa kalkarak salavât getirmek
zorundasınız. Aksi halde imamlara hakaretten dava
açılabilir.

Tasavvufta da velilerin ismi anılınca
“kaddasellahu sırruhu” diyeceksiniz. Aksi halde
çarpılabilirsiniz.

Bir arkadaşım şöyle espiri yapmıştı: Senin ismin
sıradan duruyor. Şöyle dini karizma sağlayacak bir isim bulmamız lazım: Hoca
Muhyiddin İbn Muammer el-İhsani el-Kayserî
gibi… Aman kalsın, meraklısına
ver onlardan demiştim.

Dikkat ederseniz büyüklüğü ve erdemi böyle
cafcaflı ve tumturaklı isim, ünvan ve imajlarda arayanlar, kendilerine doğrudan
isimleriyle hitap edilmesine bozulurlar.

Oysa Kur’an, kendi
peygamberlerinin isimlerini anarken çarpıcı bir yalınlıkla “İbrahim, Musa,
Süleyman, Davut, Nuh, Muhammed”
vb. şeklinde anarak, işbu cafcaflı ve
tumturaklı unvan ve imaj edebiyatını dümdüz
ediyor!

Kur’an’da “Muhammed” ismi dört yerde
geçiyor. Dördünde de onun elçi (resül) olduğu vurgulanıyor. Daha bir çok
yerde haber getiren (nebi), elçi (resul), arkadaşınız
(sahibikum), o (huve), onunla birlikte olanlar (meahu), sen
(ente), kulunu (abdihi) diye bahsediliyor. Diğer peygamberlerden
de kardeşleri (ehakum) şeklinde bahsedildiğini görüyoruz. Hepsini birden
anmak gerektiği yerde de elçilere selam olsun (selâmun ale’l-mürselîn)
deniyor.

Kur’an’ın hiçbir yerinde “Muhammed” ismi
geçtiğinde özel bir hitap, unvan ve lakap zikredilmediğini görüyoruz. Sadece
Resulullah (Allah’ın elçisi) şeklinde hatırlatma yapılıyor. Peygamberimizin
tabiri caizse “resmi” adı ve ünvanı kelime-i şehadette geçtiği gibi
“Âllah’ın kulu ve elçisi”dir. Bu bile mesajla
yüklüdür.

***
Peki dini kültürümüzde çok
yaygın olan “salavât getirmek” nereden geliyor? Yani peygamberimizin ismi
anıldığında sallallahu aleyhi ve’ssellem demek zorunda
olmak…

Bunun Kur’an’da emredildiğini
söylüyorlar.

Madem öyle biz de “Dur hele” diyelim ve
buraya bir mim koyalım. Çünkü bunun Müslüman milletlerce üretilmiş tarihsel bir
“örf” olduğunu söylemek başka, “Kur’an’da Allah böyle emrediyor”
demek başkadır…

Kanımca “salavât ayeti” diye bilinen
ayetin doğru çevirisi şöyledir:

“Hiç kuşkusuz Allah ve melekleri
peygamberi destekliyor. Ey iman edenler! Siz de onu içtenlikle
destekleyin.”

(Ahzap; 33/56).

Bu ayeti şöyle anlıyorlar: Allah ve melekleri
peygambere salavât getiriyor, ey iman edenler siz de salavât
getirin…

Bu anlayışa göre sanki Allah melekleriyle halka
oluşturmuş, tarikat meclislerindeki “hatm-i hacegân” veya teravih namazlarındaki
salavâtlar gibi “Allahümme salli ala..” diye salavât getiriyor! Ve bizim
de öyle yapmamızı istiyor, öyle mi?

Burada “salavât getirmek”
veya salâtu selâm okumak” şeklinde bir dizi seremonik (törensel,
önceden belirlenmiş) ifadelerin anlaşıldığını, ayette geçen “salât”
kelimesinin esaslı bir anlam kaymasına uğradığını
görüyoruz.

Bakın nasıl.



***

“Salât” kelimesi insan için kullanıldığında
“ateşe odun atmak” fiilinden gelir. Bu ise bir destekleme eylemidir. Ateş
sönmesin, ocak tütsün diye ateşe odun veya kömür atarsınız, böylece ateşi
desteklemiş olursunuz. “Salât”ı kime yapıyorsanız onu destekliyor veya desteğini
istiyorsunuz demektir. Allah’a salât etmek yani dua edip namaz kılmak onun
desteğini ve yardımını talep etmek demektir. Nitekim “Allah’tan sabır ve
salât ile yardım isteyin”
(2/152) ayeti bunu gösterir. Keza “Kıpkızıl bir
ateşe salât edilecek (atılacak)”
-seyeslâ naren zate lehebin- (111/3)
ayetinde de bu manadadır.

Bu kökten türeyen kelimelerde de bu mananın
olduğunu görüyoruz: Ateşte yanmak, ateşe maruz kalmak (sallâ), bir şeyi
yakmak için ateşte bırakmak (tasliyeh), ateşte ısınmak (ıstılâ),
ateşte yanma, ateşte kalma (es-sıllî), destek isteme yeri, namaz yeri,
seccade (musallî), atın yarışta kazananı desteklercesine ardınca gitmesi
(tasliyete’l-feres), destek talebi, yardım isteği, dua etmek (tasliye)
kelimeleri bu köktendir…

Görüldüğü gibi salavât birine destek veya
birinden destek ve yardım isteme manasında kullanılmaktadır. Zamanla Allah’ın
sevdiği kullarını desteklemesinden mülhem olarak Müslümanların İbrahim ve
Muhammed gibi peygamberleri desteklediklerini, yollarında yürüdüklerini ifade
için kullanılır olmuştur.

Kelime kökünden hareketle Allah’ın ve meleklerin
nebiye salât etmesi ve bizim de öyle yapmamızın istenmesi şu demek oluyor: Ey
iman edenler! Peygamberin tutuşturduğu iyilik, güzellik, doğruluk, hak ve adalet
ateşinin sönmemesi için onu destekleyin. Destekleyin ki daha bir gür yansın.
Alev alev yükselsin. Bunun için onun getirdiği dini yaşayın ve yaşatın. Kendi
çağınıza, mekanınıza ve zamanınıza taşıyın ki onu desteklemiş (ona salât etmiş)
olasınız. Aksi halde bu ocak söner. Allah ve melekleri bunun sönmemesini istiyor
ve onu destekliyor; siz de öyle yapın…

Kanımca ayette bizden
istenen de budur.

“Muhammed” ismi her geçtiğinde “salavât
getirmek” diye tabir ettiğimiz, önceden belirlenmiş bir takım Arapça ezberleri
otomatikman tekrar edip durmakla alakası olmadığı
kanaatindeyim.

Ayeti “otomatik salavât” emri olarak
anlayanların çoğu bile (Şafiî hariç) namazda teşehhüd oturuşundaki salavâtı
okumanın müstahap olduğunu, okumayanın namazını iade etmesinin gerekmeyeceğini
söylerler. Yine ayeti böyle anlayanlar arasında bile, “Muhammed” isminin geçtiği
her yerde otomatik salavâtın vacip olduğunu söyleyenler olduğu gibi, defalarca
geçse bile bir defanın yeterli olacağını, hatta ömürde bir defanın bile yeterli
olacağını söyleyenler vardır. (Kurtubi, Razi).

Fakat ben salât etmeyi böyle
anlamamaktayım. Anlasaydım bile ömürde bir defa salavât getirmenin veya yazıyla
(s.a.v) yazmanın yeterli olacağı görüşünü tercih
ederdim.

Demek ki “salavât getirmek” dini bir vecibe
değil; Müslümanların ürettiği bir kültür… Hem edebiyat, hem musiki değeri var,
doğru… Söylenişi gayet güzel, doğru… Itri’nin camilerde söylenen salavât bestesi
dini müzik açısından da son derece orijinal,
tamam…

Camilerde kitle halinde söylenmesi çocukluğumdan
beridir çok hoşuma gider. İran’da buna benzer salavât bestesi dinlemiştim. Onlar
da kitle halinde söylüyorlardı ve sonunda özellikle “Al-i Muhammed”
vurgusu yapıyorlardı. Hatta bizdekinden güfte ve beste olarak daha etkileyiciydi
ve kulağa hoş geliyordu.

Ama bunlar sonuçta üretilmiş kültür ve
örftürler. Hatta Müslüman duyarlılığın edebiyat ve musiki yaratıcılığıdır,
yeniliktir. Kanımca Mevlid de öyledir. Hatta yenileri bestelenmeli ve
yapılmalıdır. Ben bunlara karşı değilim…

Benim itirazım “otomatik
salavâtın”
Kur’an’ın bir emri olduğu iddiasıdır. Hadi kimileri de öyle
anlıyor diyelim -ki farklı anlayışlar zenginliktir- ona da saygılıyım. Fakat
böyle anlamayanların sanki Kur’an’ın bir emri inkar ediliyormuş, peygambere
saygısızlık ve küstahlık yapılıyormuş gibi yaftalanmasına, hele de “salavât
terörüne”
varan üste çıkmalarla “O senin mahalle arkadaşın mı? Hadi çabuk
salavat getir bakim, görecem!”
pozlarına girilmesine dur
diyorum.

Allah’ın resulünün saygınlığını koruma
hassasiyetine bütün kalbimle katılırım. Hatta bu hassasiyetin kaybolmamasını
içtenlikle dilerim. Fakat bu biraz hassasiyet değil; hassasiyet gösterisi
oluyor. Böyle yapmakla Allah’ın resulünü yakınımıza getirmiyoruz, iyi
düşünürseniz uzaklaştırıyoruz…

Demek ki toplumun yaygın, makul ve genel
kıyafetinden ayrıca ve özel bir din adamı kıyafeti olamayacağı gibi, ayrıca ve
özel bir din adamı dili de olamaz. Çünkü din dili diye bir meslek dili yoktur.
Çünkü din bir meslek değildir. Bu nedenle de din dilinin yaşayan dille
bütünleşmesi; araziye çıkması, sokağa inmesi, saray ve molla dili olmaktan
kurtulması, eski çağlar söylemi olmaktan çıkması, ağdalı ifadelerden arınması,
alabildiğine sadeleşmesi, ulaşılamaz ve yakınımıza gelemez halden kurtulması
gerekmektedir.




***

Yukarıdaki ayette geçen salât etmekten ayrı
olarak “selâm” etmek, söz konusu desteği (salâtı) içtenlikle yapmak veya
Türkçe’de kullandığımız o bildiğimiz selam etmektir. Örneğin sevdiğimiz ve
saydığımız birinden bahsederken cümle arasında “Ki kendisini burada saygıyla
anıyorum ve selamlarımı gönderiyorum.” vs. deriz. Ve bunu otomatik olarak her
defasında yapmayız, yeri gelir söyleriz. Söylenmediği zamanda kimse “Niye
söylemiyor saygısıza bak” demez. Peygamberin ismi geçtiğinde de olması gereken
budur. Kur’an’daki kullanım da böyledir, yeri gelir peygamberine selam gönderir.
Fakat bu otomatiğe bağlanmış değildir. Doğal olan bu değil
mi?

Bahis konusu ayet hicri altıncı yılda nazil olan Ahzap suresinde geçer.
Ahzap suresi bu açıdan ilginçtir. Peygamberin evlatlığı, eşleri, ehl-i beytinin
kim olduğu, onlara nasıl bakılması gerektiği konuları işlenir. Bu cümleden
olarak söz peygambere getirilir ve “Allah ve melekleri onu destekliyor, siz
de destekleyin”
yani onun yanında olun, onunla beraber hareket edin, şanını
şerefini koruyun, evlatlığı, eşleri vs. ile ilişkileri hakkında kötü
şeyler aklınıza gelmesin, o üzerinize titreyen, çok müşfik, sevgi ve merhametle
dopdolu can yoldaşınız, arkadaşınız denmek
istenir…

Peki, peygamberimizin arkadaşları (sahabeler)
ona nasıl “salât” etmişlerdir? Yani onu nasıl
desteklemişlerdir?

İsmi anıldığında salavât çekerek
mi?

Yoksa onu malıyla ve canıyla destekleyerek, onun yanında yer alarak,
getirdiklerini uygulayarak, savaş meydanlarında omuz omuza savaşarak, vuruşarak
mı?

Peygambere “salât” etmenin ne demek olduğunu, en iyi, savaş meydanında
etrafında etten duvar örerek koruyan genç sahabeler veya süikast yapılacağını
bile bile yatağına yatan “Ali” veya Taif’den taşlanarak kovulduğu sırada
önüne atlayarak taşlar ona değmesin diye kafası gözü yarılan “Zeyd”
açıklar.

Çünkü onlar peygamberle birlikte vuruşanlardır.
Hepsi yan yana, omuz omuza ona “arkadaş” (sahebe) olmuşlardır. Yani onlar
sırtlarını peygambere, peygamber de onlara dayamıştır. Aralarında sarsılmaz bir
güven, dostluk ve kardeşlik oluşmuştur.

Kur’an bu durumu şöyle
açıklar: Sevgi ve merhamet yumağı haline gelenler (ve tavasav
bi’r-rahme
). Bu tabir bir de asr suresinde “hakk” ve “sabr” eklenerek
kullanılır: Hak ve adalet için omuz omuza verenler (ve tavasav
bi’l-hakk),
dertleri ve acıları paylaşanlar (ve tavasav
bi’s-sabr)…

Bütün bunlarda ortak olan arka çıkmak, omuz
vermek, elbirlik olmak yani desteklemek, yanında yer
almaktır

Ayette Cenab-ı Hakk’ın bizden istediği budur.
Çünkü kendisi de melekleriyle birlikte peygamberine öyle yapmaktadır. Yoksa
Allah melekleriyle birlikte oturmuş da bizim yaptığımız gibi salavât çekiyor
değildir.




***

Peki, Peygamber öleli on dört asır olduğuna göre
ona “salât etmek” bugün ne anlama geliyor?

Mabetleri Itri’nin salât-ı
münciyesi ile çınlatmak mı? Ki o mabetlerin arka sokaklarında kızlar diri diri
gömülür, insanlar birbirini aldatır, yalan, dolan, haksızlık, hırsızlık,
yolsuzluk, yoksulluk, açlık, zina, fuhuş uyyuka
çıkar.

Ezan-ı Muhammedi’nin susmaması ve böylece
“Muhammed” isminin semalarda inlemesi mi? Ki o semaların altında insanlar da
zulümden inler.

Bu durumda Muhammed’e salat etmek yani destek
vermek ne demektir?

Şu demektir: Yalanı, dolanı, haksızlığı,
hırsızlığı, yolsuzluğu, yoksulluğu, açlığı, baskıyı, zorbalığı velhasıl bütün
bir zulmü ortadan kaldırmak için meydana atılmak, gerçek ve adalet (hakk) uğruna
savaşmak, vuruşmak… Bu uğurda gelen belalara göğüs germek, direnmek, dertleri ve
acıları paylaşmak (sabr)… sevgi ve merhamet (rahmet) yumağı haline
gelmek… Bunları yapanlara arka çıkmak, onlara arkadaş ve yoldaş olmak, elele
vermek, omuz omuza mücadele etmek…

Allah, melekleriyle tıpkı
peygambere yaptığı “salât” gibi, bunları yapanlara da “salât” edeceğini;
destekleyeceğini, yardım edeceğini ve yanlarında olacağını söylüyor. Hakkı,
sabrı ve rahmeti tavsiyeleşmek de, bunu yapanlara Allah’ın melekleriyle birlikte
“salât” etmesi de bu olmak icap eder.

Aksi halde, biliniz ki,
“Kim bana şu kadar salavât getirirse bu kadar günahı affolur” türünden
hadislerin aslı yoktur, uydurmadır. Günahları affettirmenin yolu yaptığı
kötülükten dünyadayken dönüş yapmak (tövbe), helallik dilemek ve onu bir
daha yapmamaktır. Bunu yapmadıkça insanlara haksızlık yapanlara ve yeryüzünde
zorbalık yapanlara (Şura; 42) isterseler yüz bin salavât çeksinler af yolu
kapalıdır. Dikkat edin! Sadece Müslümanlara değil; “insanlara”
zulmedenlere ve sadece Ortadoğu’da değil; “yeryüzünde” zorbalık
yapanlara…

***

Ali Şeriati’yi ilk okuduğumuz yıllarda peygamber ve sahabe
isimlerinden (Kur’an’ın uslübuna paralel) Muhammed, Musa, İbrahim, Ali, Ömer,
Ebubekir, Zeyd vs. diyerek konuşmasını çok yadırgar ve öğrenci
evlerinde “Mahalleden arkadaşı gibi konuşuyor, bu adam Müslüman
mı?”
tartışması yapardık. Onun sade, yaşayan, çağa dönük dinamik dili, bizim
zihinlerimizi sarmış ağdalı tapınak ve vaiz diline çok yabancı
gelirdi.

Sonradan anladım ki asıl onun yaptığı doğru.
Kur’an’ın bu hususta vermek istediği mesajı bütün riskleri göze alarak asıl o
sürdürüyor.

Dini kitaplara bakın başta peygamber isimleri olmak üzere
“mübarek” şahısların ismi, hazretleri (Hz.), sallallahu aleyhi ve’ssellem
(s.a.v), radıyallahu anha (r.a), kaddasallahu ve sirruhu
(k.s) ifadelerinden geçilmez. Bunları okuyan birisi, kendisini
ulaşamayacağı başka bir dünyaya; kutsi ruhlar, evliyalar alemine girmiş gibi
hisseder ve sürekli acaba günah mı işliyorum endişesi taşır. Bir an evvel
buradan çıkarak hayata, yaşama dönmek ister. Dönünce de “Oh be hayat varmış”
duygusu taşır. Çünkü bu dil hayatın dili değildir. Anlaşılmaz ifadelerle örülü,
kendine özgü Arapça dini terimler yığınından ibaret bir tapınak dilidir. O
mesleği bilenlerce açıklanıp yorumlanması gerekir. Biliyorum, böyle söylememe
“meslek erbabı” çok kızıyor. Hazırladığım meale “Ruhanilik kaybolmuş, Kur’an
sanki sokağa sesleniyor gibi olmuş” diyorlar. Tam isabet! Notre Dema’nın Kamburu
filmini seyrederken papazın “Peder, İncili tercüme edeceğiz, herkes
anlayacak” teklifine öfkeyle “Hayır olmaz! o zaman ben ne olacağım.” Demesi
gibi…

Bunların peygamberin bize arkadaş olmasıyla ne alakası var demeyin. Bilin
ki iş buralardan başlayacak…




***

Önce din dili yaşamın dili olarak yeniden ifade
edilecek. Yaşamın dilinden ayrı bir din dili olmadığı gösterilecek. Bize yakın
ve sıcak gelen, yaşayan, canlı bir dil… Çünkü ilk doğduğunda
öyleydi.

Peygamber, bize çok uzaklarda, örnek alınamayan,
hiçbir zaman bize arkadaş olamayacak bir rüyalar, ruhaniler, mucizeler alemi
figürü olmaktan çıkarılacak. Yanınızda yürüyen, evinize misafir olan, borç
isteyen, düşmanı şehrin dışında mı karşılasak diye soran, bak bu iyi fikir hiç
öyle düşünmemiştim diyen, nasıl gidiyor evlilik diye hal hatır soran, hoş geldin
gözüm gel buyur otur diye yer gösteren “arkadaş” bir peygamber
olacak.

Evet, arkadaş!
“Bana arkadaşını söyle
sana kim olduğunu söyleyeyim”
demişiz değil mi?

Neden?
Çünkü arkadaş olursa ancak örnek alabilirsiniz.
Aksi halde “dini lider” veya “ruhani rehber” örnek alınmaz. Sırlı rüyaların
beyazlar içindeki ruhani dedesi gibi size buhurlar içinden nazarla bakar ve
kaybolur. Ona salavât getirilir, tesbih çekilir. Yanınızda yürüyen, yaşayan bir
örnek olamaz. “Bu da bizim gibi çarşılarda yürüyor, yemek yiyor, su içiyor. Bu
nasıl peygamber?” dersiniz. Onu hayatın içinde görürseniz salavât çektiğim bu
muydu diye itiraz edersiniz. “Git, bana buhurlar içinde tekrar görün” dersiniz.
Ali, Ahmet, Hasan diye anılırsa basbayağı bizden birisi olacağı için
kabullenemezsiniz.

Bu nedenle şu an çıksa evinize veya işyerinize
gelse “Ben Muhammed, merhaba” dese küstaha bak diye üzerine
yürürsünüz.

Bu nedenle Ali Şeriati “Muhammed kimdir”
diye kitap yazınca, din bekçisi kesilip yazarı hizaya sokma havasında ve gayet
takva numunesi edasıyla “O senin mahalle arkadaşın mı?” diye zılgıt
çekersiniz.

Bu nedenle “salavât çekmek” artık
peygamberi bize arkadaş kılmıyor. Bizden uzaklaştırıyor. Öyle bir saygı anlayışı
ki ismini anamıyorsunuz. Yanınızda, yörenizde göremiyorsunuz. İnsan arkadaşının
ismini kırk türlü salavât seremonisi ile anar mı? Bir çırpıda ve direk ismini
söyleyemiyorsanız arada resmiyet var demektir ve o sizin arkadaşınız olamaz.
Arkadaşınız olamazsa örnek de olamaz.

Kaldı ki “Allah’ın Resulü”
dışında bir isimle anılacaksa ona en yakışan ve tamamen gerçeğin ta kendisi olan
ifade Muhammedu’l-Emin (Dürüst Muhammed) olabilir. Bundan daha büyük bir
unvan ne olabilir? Zaten o önce bu olduğu için Allah’ın Resulü olmuştur:
“Sana olan nimeti sayesinde Rabbin ile konuşuyorsun, cinlerle değil. Bu sana
lütuf ve ikram dışında hak ettiğin bir karşılıktır. Çünkü senin muazzam bir
ahlakın var; hiç kuşkusuz!”
(Kalem; 68/2-4).

Bana sorarsanız Ali
Şeriati’nin tarzı daha doğru. Hem uslup olarak Kur’an kullanımına uygun, hem de
gayet sade bir dil. Hayattan kopuk, ağır ve ağdalı bir tapınak dili yaratmıyor.
Peygamberleri ulaşılmaz, yaşanan hayatta karşılığı olmayan, kendileriyle
“arkadaş” olunamayacak, uzaklarda piri fani varlıklar olarak resmetmiyor. Kendi
hayatımıza, içimize, yanı başımıza getiriyor. Ben bu dili daha çok
seviyorum.




***

Ne yani peygambere “arkadaşımız” gözüyle
mi bakacağız derseniz, “Evet, o sizin arkadaşınız” derim. Çünkü hem
Kur’an, hem de kendisi öyle diyor.

Kur’an, onun için “arkadaş”
kelimesini bizzat kullanır:

“Arkadaşınızı cin çarpmış
değildir.”

(34/46), “Arkadaşınız yoldan çıkmış ve sapıtmış değildir.” (53/2),
“Arkadaşınız bir mecnun değildir.” (81/22), “Arkadaşı ona ‘üzülme
Allah bizimle beraberdir’ dediği zaman…”

(9/40).

Onun öğrencileri, tebası, muridleri, hayranları,
fan kulubü vs. değil; sahabeleri yani “arkadaşları” vardı. Veda
hutbesinde de onlara böyle hitabetti: Ashabım!
(Arkadaşlarım!)

Ne asil ve klas bir
hitap!

Ne demek arkadaş? Arkanda duran, sırtını güvenle
yasladığın demek…

Ne demek sahabe? Sohbet ettiğin, konuştuğun,
dertleştiğin, hemhal olabildiğin demek…

Hep en iyi arkadaşın ne
olduğunu annelerimiz öğretir diye düşünmüşümdür. Öyle ya eve gelince ilk
“Karnın aç mı?” diye sorarlar. Bunu ancak senli benli olabildiğin gerçek
bir arkadaş sorar, değil mi?

Böyle bir arkadaşınız olmasını istemez
misiniz?

İşte peygamberin sahabeleriyle arkadaşlığı
böyleydi.

Hangi fil dişi kulesine çekilmiş lider halkla
dertleşir? Hangi şeyh muridlerini arkadaşı olarak görür? Hangi yıldız
hayranlarının arasına karışır? Hangi din adamı kendini “avamla” aynı kefeye
koyar? Hangi efendi meclisindekilere su dağıtır?

Bunları ancak
etrafındakilerle “arkadaş” gözüyle bakan
yapabilir.

Peygamberimiz kesinlikle böyle birisiydi.
Yanındakileri, kendisiyle beraber olanları “arkadaşı” olarak görüyordu
onun için onlara sahabe (arkadaş, derttaş, yoldaş)
denildi.

Karşısında titreyen bir adama “Kuru hurma
yiyen bir kadının oğluyum ben ne titriyorsun be adam”

dedi.

Yemen’den gelen Muaz bin Cebel yanına gelince secde edip eteklerine
kapandı. Yakasından tutup kaldırdı ve sordu: “Ne yapıyorsun, bu yaptığın
nedir?”
Muaz “Ey Allah’ın Resulü, Yemen’de Yahudi ve Hristıyan
alimlerinden gördüm. Birbirlerini böyle selamlıyorlar, peygamberlerin
selamlaması böyleymiş”
dedi. Şöyle cevap verdi: “Dik dur ve Allah’ın
selamı, sevgisi ve merhameti (rahmeti) seninle olsun”
de. Bizim
selamlamamız budur, onlar peygamberlerine iftira atmış”

dedi…

Kimseyi önünde eğdirmedi. Kimseye elini öptürmedi. Kendisi içeri girince
kimseyi ayağa kaldırmadı. Sürekli “Ben de sizin gibi bir insanım” derdi.
Peşinden gelenleri değil; yanında olanları hep “arkadaşları” olarak gördü.
Nitekim Kur’an da öyle demiyor mu: “Muhammed ve onunla beraber olanlar
(meahu)…”

Bu çok farklı bir ilişkidir. Patron-işçi,
amir-memur, şeyh-murid, hoca-talebe, efendi-köle ilişkisine alışık olanlar bunu
anlayamaz. Ve de gayet rahatsız olurlar.

Dünyada gerçek anlamda
arkadaş gibisi var mıdır?

Karşısında dik durulmasını isteyen, gülenle
gülen, ağlayanla ağlayan, arkadaşlarının üzerine titreyen, mazlumlar için
meydana atılan, belaların içine dalan öksüz bir vicdana destek vermek… Onunla
Allah’ın günlerini yaşamak, destanlar yazmak, tarih yapmak, davasını kendi
davan, yolunu kendi yolun bilmek, ona arkadaş olmak, ekmeğini aşını onunla
paylaşmak ve yeni bir dünya için onunla omuz omuza savaşmak, çarpışmak,
vuruşmak…

Onun zamanında yaşasaydım benim için en büyük bahtiyarlık herhalde bu olurdu.
Siz siz olun peygamberi
arkadaşınız gibi görün. Ben öyle görüyorum. İsmini arkadaşınızı anar gibi anın.
Korkmayın kızmayacaktır.